• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/mylifepsikoloji
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905447243650
  • https://www.twitter.com/mylifepsikoloji
  • https://www.instagram.com/mylifepsikoloji
Üyelik Girişi
Ziyaretçiler
Aktif Ziyaretçi16
Bugün Toplam136
Toplam Ziyaret1138145
Ürün ve Hizmetler
Site Haritası
Anket
Hangi Koçluk Hizmetine İhtiyaç Duyuyorsunuz?
Takvim
Uzman Klinik Psikolog Sabiha IŞIK 05301221102
sabihaisik@outlook.com
Duygusal istikrar (Rezilyans) nedir?
08/02/2022

Duygusal istikrar (Rezilyans) nedir?

Hepimiz hayatımızda iyi ya da kötü hadiseler yaşıyoruz. Bazı durumlar bazı karşılaştığımız şeyler, aldığımız haberler, içinden geçtiğimiz durumlar bizde olumlu ya da olumsuz duygular oluşturabiliyor. Çeşitli duygulanımlar yaratabiliyor. Mesela diyelim piyangodan para kazandınız. Şu anda duyduğunuzda bile içiniz bir tuhaf olmalı. Böyle enteresan bir coşku, sevinç hali kaplar bir anda sizi. Fakat bir süre sonra yine normal hayatınıza dönersiniz. Veya mutluluk ile ilgili araştırmalarda çok gösterilmiş başına çok kötü, çok iyi şeyler gelen insanlar bile birkaç ay sonra aynı mutluluk düzeyine geliyorlar. Biz bir süre sonra normal halimize geri döneriz. Çok büyük sevinçler bile bütün ömrümüzü kaplayacak kadar uzun sürmez. Tam tersi de geçerli. Kötü bir hadise yaşadınız, başınıza olumsuz bir şey geldi, para kaybettiniz hatta sevdiğiniz birini yitirdiniz, maalesef vefat etti diyelim. Bunlar çok önemli olumsuz duygulanımlar yaratan, yas duyguları yaratan durumlar olabilir. Ama makul bir süre sonunda yine psikolojik düzeneği normal çalışan insanlar belli bir süre sonra normal işlevsel duygulanımlarına geri dönebiliyorlar. Ama bazı durumlarda çok küçük de olsa olumlu ya da olumsuz duygulanımlar yaratan hadiselerden sonra bazı insanlar çok uzun süre geçse bile normale dönemeyebiliyorlar. İşte bu normale dönebilme becerisine rezilyans ya da duygusal istikrar diyoruz. İstikrar kelimesi Arapça kararlılık kökeninden geliyor. Mesela bir sarkaç düşünelim. Çekip bıraktığınızda salladığınızda yer çekiminin etkisiyle sürtünme kuvvetinin de katkısıyla sallanır, sallanır ve bir süre sonra tekrar itmezseniz gelip bir orta noktada durur. Sarkacın bu noktadaki haline sarkacın istikrarlı hali, durağan noktası denir ve her sarkaç eninde sonunda gelip durağan noktada bir istikrara kavuşur. Ama güç verdiğinizde istikrarını bozarsanız o sürtünme kuvveti onu durdurana kadar sarkaç sallanmaya devam eder. Bizim işlevsel yani günlük hayatımızda normal diye tabir ettiğimiz, günlük hayatla başa çıkmamızı sağlayan duygusal yelpazemiz bizim sarkacımızın durağan halini temsil etsin diyelim, olumlu ya da olumsuz bir hadise yaşadığımızda ise sarkacımız sağ ya da sola doğru çekilip sallanmış olsun. Şimdi normalde fizik kurallarının geçerli olduğu, herhangi bir bozucu unsurun olmadığı zamanlarda bu sarkaç gelip durur. Niye durur? Uzayda değiliz, boşlukta değiliz, doğal kuvvetler vardır mesela sürtünme kuvveti falan gibi şeyler dedim ya onlar sarkacı neticede durdur. Normal dünyada istikrar hali hep dönüp dolaşıp geldiğimiz yerdir ve bunun makul bir süresi vardır. Duygusal durumumuz da böyle. Bizi bir şeyler üzebilir, bir şeyler sevindirebilir ama bizim bir süre sonra o ekstrem uç hallerden çıkıp tekrar normal duygusal halimize dönmemiz, normal yaşamsal işlevlerimizi sürdürebilmemiz için gerekli. Peki sevindiniz ya da üzüldünüz. Bizi normale döndüren şey nedir? Eski halimize geri döndüren o sürtünme kuvvetine benzeyen şey nedir? Bizim beynimiz sadece duygusal dürtüsel sistemlerden oluşmuyor. Eğer öyle olsaydı sürüngenler gibi yaşardık. İnsanda aşırı gelişmiş üst beyin ve ön beyin diye yapılar var. Özellikle ön beyinin özel bir bölgesi bu duygusal sistemimiz üzerine frenleyici ve düzenleyici bir kontrol işlevi görüyor. Bu bölgenin yaptığı şeylerden bir tanesi biz aşırı duygulanımlar yaşadığımızda devreye giriyor. Bir nevi yavaşlatıcı, kontrol edici ve frenleyici sinyalleri bizim duygusal bölgemize göndererek oranın çok aşırı coşmasını engelliyor. Yani basit bir şey olduğunda sevinçten deliye dönmemizi ya da ok kötü bir şey olduğunda kendimizi öldürmemizi engelliyor. Bu bilinci kısmımızın bizim duygusal sistemimize uyguladığı kontrol. Neticede biz duygusal olarak sağa sola savrulduğumuzda bu sistem diyor ki “e tamam eğlendin ettin sevindin ya da üzüldün ağladın tamam hadi gel normale dönelim”. Eğer bu devre doğru çalışıyorsa hiçbir şey bizi kolay kolay yıkmıyor. Yıldırmıyor. Ya da sevinçten aklımızı kaybetmiyoruz. Bir şeylere seviniyoruz sonra aklımızı başımıza toplayıp hayatımıza geri dönebiliyoruz. Ama bazı insanlar bunu bu kadar kolay başaramıyorlar. Özellikle negatif duygulanımlar oluşturan yani kötü hadiseler yaşadıklarında bu kötü hadiselerin etkisinden çok uzunca bir zaman kurtulamıyorlar. Hatta eğer profesyonel bir müdahale olmazsa tekrar hayatlarını toparlayıp da normal günlük işlerini bile yapamayacak hale gelebiliyorlar. Mesela depresyona girebiliyorlar, tükenmişlik sendromu yaşayabiliyorlar, çok çeşitli başka melankoli vari farklı psikolojik durumlara girip çıkabiliyorlar. Bu insanlar için bugün özellikle pozitif psikoloji alanında kullandığımız rezilyans yetmezliği bu durumdan geliyor. Yani duygusal istikrarın kaybı. Peki bu kayıp neden oluyor? Beynimizin bağlantılarının oluşmasının bazı temel kuralları var. Bu kurallardan bir tanesi de kullan ya da kaybet. Şimdi bu sürtünme kuvvetine benzettiğimiz frenleme hikayesi aslında beyindeki elektrik kablosu gibi devrelerin bir yerden bir yere sinyal götürmesi ile alakalı. Siz bu devreyi hiç kullanmazsanız ya da yeterince bu devrelere antrenman yaptırmazsanız beyinin özelliği şu bu devreler yavaş yavaş zayıflamaya başlıyor. İnceliyor. Yavaşlıyor ve görevini gittikçe daha az verimle yapabilir hale geliyor. Yıllarca bu devreler iyi çalışmazsa bunun sonucunda bu devreler zayıflarsa bizi duygusal istikrara geri getirecek olan sistem iyi çalışmazsa bu durumda her şey yolunda giderken paramız sağlığımız yerindeyken belki pek bir şey hissetmeyiz. Ama en ufak kötü bir şey olduğunda ya da bizi böyle günlük hayatımızdan dikkatimizi başka bir yere çekecek başka olumlu bir hadise de olduğunda bizim bir anda dikkatimiz çok uzun süre dağılabilir. Kafamızı toparlayamayabiliriz. Eski ruh halimize geri dönemeyebiliriz. Dolayısı ile burada eğer bir insanın duygusal istikrarını yitirmesinden söz ediyorsak beyninde aslında zayıflamış bir takım devrelerden bahsediyor olmamız gerek. Tabii ki bunun tedavisinde ne yapacağız? Düzeltilmesi için ne lazım? O devrelerin toparlanması, tekrar güçlendirilmesi lazım. Aynen bugün pozitif psikoloji alanında bir insan nasıl iyi olur, kendini nasıl mutlu hisseder araştırmalarında bu duygusal istikrar meselesi tam ortada bir şekilde karşımıza çıkıyor. Çünkü modern hayatta insanların birçoğunda azımsanamayacak kadar bir kısmında bu devrenin artık daha az çalıştığını görüyoruz. Peki bunun sebepleri neler olabilir? Neden normalde binlerce yıldır atalarımızın gayet duygusal olarak istikrarlı yaşadığı bir dünyada biz bugün bir elimiz yağda bir elimiz balda niye böyle kendimizi kaybediyoruz? Niye aklımızı kaybediyoruz kötü ya da iyi bir şey olduğunda? Niye birçoğumuz normale dönemiyoruz? Bir düşünelim. Bu duygusal istikrar devresini en fazla ne zaman çalıştırırsınız? Hayatımızda olumlu ya da olumsuz dalgalanmalar ne kadar çoksa, erken yaşlarınızda bunlarla yüz yüze gelmeyi, bunlarla mücadele etmeyi, bunlarla baş etmeyi, bunların üstesinden gelmeyi ne kadar çok deneyimlerseniz bu devreler o kadar çok antrenman yapacaktır. Mesela çocukları aman ayağı taşa değmesin, aman yere düşmesin, okulda sıkıntı çekmesin gibi büyüttüğümüz zaman en fazla duygusal istikrar kaybı yaşayan böyle büyütülen insanlar oluyor. Özellikle hayatın ilk 6-7 yılında yani yaşamın erken devirlerinde çocuklarımızı çok yalıtarak korunaklı büyütürsek bu devreler gelişmez. Ya da çocuklarımızı hayatla birebir karşılaştırmak yerine dersle, aktiviteyle, çeşitli spor kurs gibi şeylerle meşgul etmeyi tercih ediyorsak çocukların gerçek hayata karşı devreleri bir türlü gelişemeyebiliyor. Biz bugün refah seviyeleri yüksek kentli ailelerin çocuklarında biraz daha sık karşılaştığımız bu durum muhtemelen ileride daha da çok görülen bir sorun haline gelecek.

Duygusal istikrar problemi varsa bunu nasıl anlayacağız?

Günümüzde beyin görüntüleme teknikleri ile mümkün olabiliyor. Duygusal istikrar yeteneği düşük bir insanın ön beyninde düşük, amigdala gibi duygusal tepkilerimizi yöneten bölgelerde ise normalden yüksek aktivite görülüyor. Peki bu tetkikler olmadan nasıl anlayabiliriz? Kendimizin anlaması biraz zor. Etrafımızdaki insanların bizim hakkımızda söylediklerine biraz kulak vererek ne durumda olduğumuzu anlayabiliriz. Bozucu, değiştirici, etkileyici duygulanımlara çok uzun süre rutinlerini değiştirmek pahasına yanıt veren ya da o duygulanımlar içerisinde savrulan kişilerde duygusal istikrar yeteneğinin azaldığını söyleyebiliriz. Çevrenizde böyle kişiler var ise lütfen hemen müdahale etmeyin. Bu sizin onarabileceğiniz bir şey değil. Bazı taktikler verebilirsiniz ve önerilerde bulunabilirsiniz.

Duygusal istikrarımızı nasıl kuvvetlendiririz? İstikrar kaybından kendimizi nasıl koruyabiliriz?

Az yemek, egzersiz yapmak, iyi sosyal ilişkiler kurmak, stresimizi yönetmek, sınırlarımızı zorlamak. Bu beş maddeye ne kadar uygun yaşayabiliyorsak duygusal istikrarımız da o derece yerinde ve işlevsel olacaktır.

Hayata dair insan ne ister? Hayatta harekete geçebilmek için olumsuz koşullardan sıyrılabilmek için en çok neye ihtiyacımız var sorusunun direkt yanıtından bir tanesi umut dediğimiz bir beklenti. Hayattan umudumuz olmadığı zaman, ileriye umutlu adımlar atamadığımız zaman, hayatımızı böyle bir rutine oturtamadığımızda maalesef bozucu etkenlerden çok fazla etkilenebiliyoruz. Önümüze çıkan ilk engelde çöküp ağlayıp sızlamaya başlayabiliyoruz. Umut dışarıdan verilebilen bir şey değildir. Bizim kararlarımız, hayata bakışımız, hayata verdiğimiz anlamla ilgili bir meseledir. Dolayısı ile umudu üretmek için mesai ayırmak duygusal istikrarı destekleyen çok önemli koşullardan biridir. Bir hedefiniz, bir umudunuz var ise bozucu etkenleri elinizin tersi ile iterek yolunuza devam konusunda daha fazla enerji bulabilirsiniz.  Maalesef olumsuz şeyler yaşadığımızda şöyle bir zihin haline girebiliyoruz, beyinlerimiz diğer bütün canlıların beyinleri gibi önce olumsuzu görmeye odaklandığı, bu sayede bizi vahşi doğada hayatta tutabildiği için önce kötüyü görmeye programlıdır. Kötü olan bir durumda iyi bir şeyi görebilmek için iradi olarak zihninizi o tarafa odaklayabilmeniz gerekir. Yani fırsatı, faydayı, olası yeni çözümleri görmek için zihinsel dikkati o tarafa bile isteye yöneltmeniz, bunun üzerine çalışmanız gerekir. Kendi haline bırakırsanız bu zihni dikkati olası en kötüye kilitleyecek ve sizi ondan korumaya çalışacaktır. Olumsuz durumlarda işin içinden çıkabilmenin tek yolu o konun tek o olumsuzluktan oluşmadığını, onun etrafında çeşitli çıkış yolları ve fırsatlar olabildiğini görebilmektir ama bu baya baya iradi bir çalışma gerektiriyor. Bunun için çok basit bir cümle kalıbı vardır. Pandemi döneminde herkese önerdiğim bir egzersiz vardı. Mesela okulum kapandı, işe gidemiyorum gibi problemlerin sonuna ama getirmek. Okulum kapandı ama …. Gibi. Olumsuz bir cümleye ama eklersek olumlu bir cümleyle devam etmemiz gerekir. Her olumsuz koşulun ama ile ona bağlanan olumlu bir tarafı olduğunu bu şekilde rahatlıkla görebilirsiniz. Bu görüldükten sonra da adımlarınızın yavaş yavaş oraya dönmeye başladığını fark edersiniz. Bununla alakalı bir başka taktik, lütfen kötü alışkanlıklarınızı bırakın. İlk sırada şikayet etme alışkanlığı. Şikayet eden insan harekete geçemez. Şikayet etme maalesef bir bağımlılıktır çünkü şikayet etmek kendince haz veren bir şeydir. Şikayet ettiğinizde suçu dışarıya, şartlara, ekonomiye, siyasilere, anneye, babaya, zamana, coğrafyaya herhangi bir şeye atabilirsiniz. Attığınız zaman da mevzu sizden düşer. Şikayet ede ede yan gelip yatıp hayatın acısını sindire sindire çekmeye devam etmek isteyebilirsiniz ama bu kendi hayatımızı tasarlarken çok iyi bir seçenek değil. Şikayet etmediğimizde yerine cesaret gelir. Cesur insanlar harekete geçer ve duygusal istikrar otomatikman yükselir. Şikayet kendi kendimizi sabote etmenin yoludur.

Motivasyon engelleri aşmamızı sağlayan ikinci güçtür. Motivasyonu sağlayacak olan da amaçlarımız, umudumuzdur. Hayatın bizim için olan anlamı da buna dahil. Yaşadığımız şeyi niye yaşıyoruz? Yaptığımız şeyi neden yapıyoruz? Bunları sorguluyor muyuz? Lütfen bu sorulara bir alan ayıralım. Bu hayat bizim hayatımız. Bir kere hayata geliyoruz. Bunların nedenlerini bulduğumuzda duygusal istikrarımız da sağlam bir şekilde durmuş olur.

Ne yaşarsan yaşa bu da geçer. Eskilerin dediği gibi. Bunu da unutmamak lazım. En iyi şey de, en kötü şey de geçecek. Her şey geçecek. Geçici dünyada hiçbir şey kalıcı hasar vermeyecek. Sonsuza kadar mutsuz kalacağım, sonsuza kadar sinirli kalacağım diye bir şey yok. Enteresan takıntılardan kurtulmanın en önemli yolu her şeyin geçeceğini bilmektir. Yani çok ta şey yapmamak lazım.

 

Klinik Psikolog Sabiha IŞIK



259 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Antisosyal Kişilik Bozukluğu - 28/06/2022
Sosyopati ya da psikopati olarak da adlandırılan antisosyal kişilik bozukluğu genel anlamda diğer kişilerin haklarına karşı umursamazlık ve ihlal halidir. Çocukluk veya ilk ergenlik çağında başlayıp yetişkinlik çağında da devam eder. Hilekarlık ve m
Terk Edilme ve Ayrılık Korkusu - 24/06/2022
Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin’ e benzer aşıkların reddedilme ve terkedilme öyküleri mitolojde yoğun bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bütün hayatını sevgiliye adayan erkek ve kadın mitleri ile doludur masallar ve efsaneler. Analitik psikolojinin
Göç'ün Psikolojisi ve Sosyolojisi - 21/06/2022
Uluslararası göç; bir ülkeden bir ülkeye belirli bir süre yaşamak için taşınmak olarak adlandırabiliriz. Göç konusunu sebeplerine göre ayıracak olursak eğer; 1) ekonomik göç yani iş için göç edenler: Eskiden Avrupa mavi yakalı göçmen ararken
Bağlanma türleri ve insan ilişkilerine etkisi - 17/06/2022
Bağlanma; çocukların küçük yaşta anne veya bakım veren diğer kişi ile kurduğu bağdır. Bebekler küçük yaşlarda bakım veren kişinin ya da annenin her zaman ihtiyaçlarına cevap verebileceğini, güvenli olarak bir psikolojik yapı geliştirdiklerinde onlar
Otizm nedir? - 10/06/2022
Yaygın gelişimsel bozukluk başlığı altında otizm, asperger sendromu, çocuğun dezintegratif bozukluğu (Heller sendromu), başka türlü adlandırılamayan yaygın gelişimsel bozukluk yer alır. Otizm belirtileri nelerdir? Otistik çocukları üç konuda
Kardeşler arası yaş farkı ne kadar olmalıdır? - 07/06/2022
En sık sorulan sorulardan biri ne zaman ikinci çocuğu yapmalıyım? Kardeşler arası yaş farkı ideali kaç olmalıdır? Bu yazımda bunlara detaylıca değineceğim. Yaş farkına karar verirken değerlendirilecek konular; anne baba, anne baba ilişkisi, çocuğu
Çocuklarda konuşma geriliği, konuşma gecikmesi - 03/06/2022
Konuşma bir öğrenme ve iletişim biçimidir. Bebekler etrafındaki olayları gözlemleyerek, cisimlerin isimlerini duyarak zamanla konuşmaya başlarlar. Çocuk beyni ilk üç yaş içerisinde öğrenme ve taklit etmeye çok açıktır. Çok kolay öğrenir ve
Çocuklara “Hayır”ı Öğretmek, Çocuklara Hayır Diyebilmek - 31/05/2022
Ne zaman çocuklara “hayır” diyoruz? Ne zaman “dur” diyoruz? Acaba bu hayır’lar bizim hayır’larımız mı yoksa olması gereken hayır’lar mı? Çocukların cezalandırılmaları ile ilgili süreçlerde bazen hayır diyerek, ses tonumuzu da arttırarak yapmaması g
İstediğini ağlayarak yaptırmaya çalışan çocuğa nasıl davranmalıyız? Ödül ve pekiştireç yöntemi nası - 24/05/2022
Bebek doğduğu andan itibaren ağlamaya başlar. Konuşamadığı için acıktığında, bir yeri ağrıdığında, tuvaleti geldiğinde, herhangi bir rahatsızlık durumu yaşadığında kendini başka türlü ifade edemeyeceği için ağlar. Ağladığında anne gider ve bir soru
 Devamı